Kimi aç, kimi mutlu, kimi işsiz, kimi mühendis. Devlete dua edende var, ilgisizlikten yakınan da. Gölge Dergi Romanlarla aynı yaşama ortak oldu.
Romanlar mutlu olduğu zaman açıyorlar müziği vuruyorlar dansın dibine. Eğlence yaşam biçimleri. Üzüntülü olduklarında ise evlerinden dışarı bile çıkmıyorlar.
Genç kızların evlilik hayatları 17 yaşında başlıyor. 20 ‘sine gelip de evlenmemiş kız için ‘’evde kaldı’’ deniliyor. Hakkında dedikodu yapılıyor.
Hem resmi nikah kıyıyorlar hem de imam nikahı. Cenaze namazı kılıyorlar, mezarlıkları var. Bazı yerlerde ise cenaze yakılıyor.
Güne çok erken başlıyorlar. İşi olan işe , olmayanda at arabasını alıp hırsızlığa çıkıyorlar. Ama her Roman hırsızlık yapmıyor. Bazıları hırsızlığa çok karşı.
Cinsel hayatlarına önem veriyorlar. Gece-gündüz fark etmiyor. Fırsat buldukları her an cinsel ilişkiye giriyorlar. Bir ailenin en az 4 çocuğu var. 15 çocuklu ailelerde bulunuyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı çok seviyorlar. Erdoğan öncesi kimsenin kendilerine iş vermediğini söylüyorlar. 15 Temmuz darbe gecesi Gebze Kent Meydanına akın etmişler. Her gece nöbetlere katılmışlar. Romanların hepsi AK Partili.
Devletin yardımlarından memnun değiller. Yeterli yardımı alamadıklarını söylüyorlar. Kira, gıda, yakacak yardımı onlar için çok önemli. İhtiyaç sahiplerine değil de evi barkı olanlara yardım yapılmasından dert yanıyorlar.
Asayiş olaylarda emniyet güçlerinin ilgisizliğinden şikayetçiler. Adli olayların sonuca ulaşmaması kendilerini üzüyor.
Hazal , henüz 17 yaşındaydı. Dudakları ne ruj görmüş, nede tırnaklarında oje hatırası vardı. Öylece kala kaldığı yerde, sırt üstü yattığı çekyatta, karşısında duran saate odaklanmıştı. Yelkovan ile Akrebin birbiriyle dans ettiği saat, tam 18.00’i gösterirken, kapı çaldı.
-‘’Hadi Hazal, hazırlan.’’
Hazal kalkmak istediği çekyattan, uzandığı yerden kalkamadı. Çünkü o yaşa kadar yaşadığı çocukluğunu, hatırlayamadı. Film şeridi gibi gözlerinin önünden geçirmek istese de ne bir nostalji yapabildi, nede bir hatıraları hatırlayabildi. Henüz 17 yaşındaydı! Bahara yeni bakıyor, akranları okul
sokaklarında koşarken, o az sonra onu gelip alacak, gelin atını bekliyordu. 17 yaşında, evliliğe ilk adımı atıyordu Hazal… Belki yosun rengi gözleri yoktu, esmer tenine yapışmış olan o, kahverengi gözleri, pırıl pırıl parlıyordu ama gelecekle ilgilide bi haberdi. Çünkü o artık gelindi. O, esmer vatandaşların evine gidecek, başka bir esmer vatandaş, gelin Hazal’dı.
Hazal’ı sigara almak için gittiği büfenin çıkışında tanıdım. O’nun Roman vatandaşı olduğunu bilmiyordum aslında. Ta ki acı firene basıp da, o’na vurmamak için kendimi zor tuttuğumda. Büfeden alışveriş yapmış, hızla karşı caddeye geçerken, bir anda önüme fırladığını fark ettiğimde frene zor bastım. Korkuyla o esmer teni pembeleşti, morlaştı, sarardı, beyazladı. Zira benimkisi de aynı öyleydi. Ayağımı frenden çekip göz göze geldiğimizde, Hazal’ın gözlerinde ki pırıltıyı da yakalamış oldum. İndim arabadan.
- ’’Ne bu telaş kızım! Niçin caddeye bir hışımla fırlıyorsun?
Diye sorduğumda, önce baktı bana öylece. Hiç cevap vermedi. Bana baktı, gözlerime baktı, titrek sesle cevap verirken, vermek isterken, vermezken, gözleri ellerimin üzerine kaydı. Dikkatini ellerimin üzerinde ki beyaz lekeler çekmişti. Neredeyse 40 yıldır, benimle özleşen benimle yaşayan, tıp dilinde de vitiligo denilen, o beyazlık. Hazal’ın gözleri ellerimdeydi. Sonra birden, tekrar göz göze geldik. O esmer güzeli kız korkuyu atmış, benim gözlerimle gözlerini birleştirirken;
-’’Amca ne kadar güzel ellerin var’’ dedi.
Oysa yıllardır taşıdığım, o iki renkli ellerimi hiç kimse bugüne kadar ya hiç fark etmemiş ya da ‘’ne güzel ellerin var amca’’ dememişti. Bir adım attım ona doğru. O da bir adım attı bana doğru. Adımlarımız birleştiğinde;
-‘’Kızım. Neden, niçin ellerimi bu kadar çok beğendin, böylesi ilgilendin? ‘’ dedim.
-‘’Amca, tenin esmer, tıpkı bize benziyorsun. Ama ellerinde hem esmer, hem beyaz... İki renkli. Hem bizdensin, hem bizden değilsin. Amca sen kimsin, nesin?’’
Küçücük kızın bana söylediği bu sözler, beni hem duygulandırdı, hem güldürdü, hem de aslında biraz… biraz… evet, biraz yediremedim kendime.
-‘’Adın ne senin?’’
+’’Hazal’’
-‘’Öğrenci misin?’’
+’’Yok. ‘’
-‘’Nerede oturuyorsun?’’
+’’A, orada. Karşı sokakta hemen.’’
-‘’Nerelisin?’’
+’’Ben Gebze’de doğdum amca, Romanım.’’
Roman, Roman, Roman… kimine göre Roman, kimine göre esmer vatandaş, kimine göre ise Çingene…
Evet… Roman, esmer vatandaş, Çingene. Hazal bunlardan biriydi ama beni ilgilendiren aslında, Hazal’dı. Gencecik, istikbali çok açık belki de, bir insandı. Kızdı, kızımızdı, yurttaşımızdı.
-‘’Peki, Hazal’’
Tanıştık. Kendimi tanıttım. Hazal beni sokağına davet etti.
-’’Madem gazeteci bir amcasın, amca gel bizim sokağa gir. Bizimle tanış.
Durdum, düşündüm. Doğru ya! Tam 37 yıldır gazetecilik yapıyorum. Bir çok röportaj yaptım. Bu ülkenin, Başbakanından, Cumhurbaşkanından, vekilinden, Belediye Başkanından her kademesinden herkesle, dost oldum, görüştüm, yazdım, söyleştim, çizdim ama bugüne kadar hiç romanların kapısını çalmadım. Romanlarla aynı sofrayı paylaşmadım. Romanlarla birlikte olmadım. Romanları görmedim. Onların derdini dinlemedim. Kimdi bu romanlar? Esmer vatandaş dedikleri insanlar, kimdi? Ne yer, ne içer, nasıl yaşar, hayata nasıl bakar, sorunları dertleri, neydi? Bunları hiç düşünmedim belki de. Peki, bunları hiç düşünmeyen bir gazeteci, gazeteci olabilir miydi? Üstelik bölgesinde duayen denilen bir gazeteciye, gazeteci denilir miydi? Romanlarla aynı sofrayı paylaşmayan, aynı yemeği yemeyen, aynı çorbaya kaşık sallamayan, aynı çay demliğinden kesme şekerle çay içmeyen, onların dolmasını koklayıp da tatmayan, onlarla aynı tatlıyı bölmeyen, onların çocuklarıyla gülmeyen bir gazeteci, gazeteci olabilir miydi? Duayen denilir miydi? İşte o zaman tüm bunların hepsi aklımdan geçti.
Derinliklerimde dönen bu duygular, beni Hazal’ın sokağına İnönü mahallesinde ki, o evlerin olduğu sokağa itti. Benden önce Hazal gitti. Bir tur daha attım. O turu düşünme noktasında, Mutlukent’te tamamladım. Hakan Avcı’yı bilenler bilir. Bizim eski bir gazeteci arkadaşımız, dostumuz. Onun 58. Cadde Cafe’sine gittim. Oturdum, düşündüm, çay içtim düşündüm, düşündüm, çay içtim, oturdum, yine çay içtim, yine düşündüm, oturmaya devam ettim. Ve o, esmer vatandaşların, Romanların hayatına girmeye karar verdim.
Orada bir kilit vardı ama anahtar Hazal’dı. Hazal sayesinde o kilidi açabilecektim. Cafeden kalktım. O hışımla Yumrukaya Çeşmesinin önünden 110 km hızla basarak, hemen Karataş Tarımcılığın karşısındaki sokağa girdim. Orası esmer vatandaşların Gebze’deki ikinci adresiydi. Nitekim ondan önce Gaziler ve Mevlana Mahallesi vardı. Ben demiri önce o sokağa atmaya karar verdim.
Girdim sokağa, sokağın hemen başında arabayı park ettim. Kimi kağıt topluyor, kimi kendi halinde oturmuş sigara içiyor, çocuklar cıvıl cıvıl etrafta top oynuyor, koşturuyor, kimileri kiremitlerin arasında evcilik oynuyorlardı. Bilmiyorum ama arabadan indiğimde, dışarıda oturan balkonda duran, kadınlar, erkekler, çocuklar, gençler, kağıt düzeltenler herkes bana baktı. Durdum bende onlara baktım. Öyle ya! Sokaklarında hiç tanımadıkları bir insan vardı. Altında bir cip, gözünde siyah bir gözlük, onlara bakan bir adam ve tanımadıkları kirli sakallı, sakallarına ak düşmüş, bir adam… O adam bendim. Selam verdim. Tuğlanın üzerine oturmuş, 70 yaşlarında ama çok kara, çok çok kara ve sigarayı efkardan, derinden derine çeken o amcanın yanına gittim. Selam verdim. Yüzüme baktı. Hiç ses çıkarmadı.
-‘’Selam almıyor musun amca? Allah’ın selamını verdim’’ dedim.
Amcada yine ses yok. Gözüme baktı. Göz göze gelemedik fakat fark ettim ki gözümde güneş gözlüğü vardı. Yüzümü kaplayan, siyah güneş gözlüğünü çıkardığım zaman, amcayla bir kez daha göz göze geldik.
-‘’Amca, Selamünaleyküm.’’
Yine ses yok. Sigarasından derin bir fırt çekip, dumanı adeta yüzüme üflerken, yanıma bir genç delikanlı geldi.
-‘’Buyurun ne istiyorsunuz?’’ dedi.
O ara kendimi tanıttım.
-’’Ben gazeteciyim. Sizlerle tanışmak, konuşmak için geldim. Çayınızı içmek, yemeğinizi yemek için geldim. Müsaide olursa, tanışalım’’ dedim.
Genç delikanlı;
-’’O, konuştuğun bizim eski Çeribaşımızdır. Fakat duymaz, sağardır. Kulakları duymaz. Ağzı laf yapmaz, konuşamaz laldır ’dedi.
Anladım meseleyi. O çok kara ama çok deneyim geçirmiş yaşlı amcanın, neden gözlerimle gözlerini birleştirip, gözlerinin derinliklerinde adeta kaybolduğunu anlamış oldum. Genç Roman’a döndüm.
-‘’Peki, kimle konuşalım.’’
O ara etrafımı onlarca insan sardı. Çocuk , genç, kadın, yaşlı, hiç konuşmayan, az konuşan, sert bakan, gülen bakan, hatta hiç bakmadan sırtını dönüp, kıçını çeviren gidenlerde oldu. Genç Roman dedi ki;
-’’ Bizim her işimizle ilgilenen; devletle, belediyeyle, adliyeyle, savcılıkla, esnafla her sorunumuza, düğünümüze, derneğimize, koşan yöneten bir ağabeyimiz var. Onunla konuşursanız, tanışırsanız, size yardımcı olur. Ya da konuşup, konuşmamaya karar verir.
-‘’Peki’’ dedim.
+’’Ağabey, arama. Şuan hastanede, doğum yapacak bir akrabamız var. Onun yanında’’ dedi.
+’’Peki’’ dedi.
Derdimi anlattım o gün. Niyetimi anlattım.
-’’ Sizlerin sorunlarını da yazmak istiyorum. Dertlerinizi dinlemek, derdinize derman olmak, derman noktasında ise yol arkadaşı olmak istiyorum’’ dedim.
Birbirimizi anlamaya çalıştık o gün oradakilerle. En azından ben kendimi ifade ederken, onlar beni anlamalıydı. En önemlisi, inanmalı ve güvenmeliydiler.
-’’Sıkıntınız, sorununuz, derdiniz, beklentiniz, yerelden, genelden, siyaseten, iktidar her ne istiyor bekliyorsanız ve nasıl yaşıyorsanız, söylediğiniz her şeyi yazacağım. Bakın bu röportajı Valide, gerekirse Başbakan, Belediye Başkanı ve herkes okuyacak. İnsanlar sizle ilgili ön yargılarını atacak belki sizle herkes benim gibi dost olacak’’ dedim.
Oradan bir kız yetişti. Elinde bir Coco Cola kutusu var.
-’’ Amca, hava sıcak. Bunu içer misin?’’ dedi.
Kızın o kadar güzel ‘’ içermişin amca’’ deyişi vardı ki, o sıcak havada buz gibi Cola o çocuğun sıcaklığıyla, adeta sımsıcak olmuştu.
-‘’İçerim kızım’’ dedim.
Aldım. Kapağını açtım. Ve bir yudum çekerken, içime bütün serinlikler gitti. Oturdum. Uzun zamandır içmediğim sigarayı özlemle yakıp bir fırt çektim. O Roman gencin verdiği sigarayı. Ertesi gün için randevulaşıp sokaktan ayrılırken, bizim Dilek’i aradım. Dilek Arman, dergimizin muhabiri. Pınar Gökçe’yi aradım. Roman vatandaşlarla yapacağımız röportaj projesini kendilerine anlattıklarımda hepsi ürktü, hepsi tepki gösterdi ve hiç biri ‘’evet çok güzel bir çalışma’’ demedi.
Kimi ‘’Kalacak mıyız? Ne kadar kalacağız’’ dedi. Dilek ise ‘’ Ercan Bey, ben orada yemek yemem, yanımda tost, ekmek getiririm’’ dedi. Pınar ise ‘’Duayen, siz konuşun ben uzaktan bakayım’’ demekle yetindi.
Ertesi gün, ertesi güne kadar o gece hiç gözüme uyku girmedi. Esmer vatandaşlar, gözümün önündeydi. Hazal’ı düşünüyordum. Ötekini düşünüyordum. Casim geldi aklıma. Hepsini düşündüm. Ve bir an önce o sokağa geri dönmeye karar verdim.
Evet, aynı evde gerekirse oturacak, yaşayacak, onların kaşık salladığı tencereden ortaklık payımı alacaktım. Onların demli ya da açık çaylarına şeker atsınlar ya da atmasınlar ortak olacaktım. Onların yattığı çekyata uzanacak, ayak ayak üstüne atıp televizyon izleyecektim. Gerekirse onların banyosunda, duşunda, duş yapacaktım. Yağmur yağsa kafama, kiremitleri kırılmış çatıdan yağmur suları inse de orada oturacaktım. Esmer vatandaşların, onların gizli dünyasını, öğrenmek, bu yaşıma kadar cevabını bulamadığım birçok sorunun cevabını almak ve de okuyucularıma aktarmak zorundaydım. Eğer ben gazeteciysem, bunları yapmak zorundaydım. Ertesi gün, güneş yeryüzüyle bulaşmaya başladığında kendimi aynı sokakta buldum. Bu kez yanımda Dilek Arman’da vardı. O da benim kadar heyecanlıydı belki, korkuyor muydu bilmiyorum ama heyecanı belli oluyor, tereddüdünü ise perde arkası yapıyordu.
Pastaneye gittik geçerken, 5 kiloya yakın tatlı aldım. Misafiriz ama misafir eli boş gitmez bizim adette. Esmer vatandaşlara ikramımız olsun. Beyaz gömleğim belki de kefen gömleği gibiydi. En azından onların içinde giysiyle belli olmalıydım. Yine sokağın başına geldiğimiz zaman arabayı durdurdum. Aşağı indiğimde Dilek Arman sadece oturduğu koltukta, etrafı seyretmekle meşguldü. İnmedi. Önce ben indim.
-‘’ Fetih Bey, Fetih Bey nerede Fetih Bey?’’ diye sorduğumda, kamyondan kağıt indirmeye çalışan, çok esmer, zayıf, 1.80 boylarında, bir insan karşıladı beni.
-’’Ben Fetih, buyurun’’ dedi.
Kendimi tanıttım.
-’’Evet, hatırladım. Söylemişlerdi, bahsetmişlerdi sizden’’ dedi.
İşini bıraktı. Kağıtları bir tarafa attı. Yanındaki çocuklarla birlikte, yanımıza doğru geldi.
-’’Nedir? Ne yapmak istiyorsun?’’ dedi
Baktım ki Fetih Bey, bizim bildiğimiz, gördüğümüz, duyduğumuz alışıla gelmiş esmer vatandaşlar gibi konuşmuyor. Diksiyonu, ses tonu, çok güzel bir insan. Oldukça da yapıcı. Yaklaşım tarzı beni biraz daha etkiledi.
-’’Oturalım kardeşim, bir tarafa’’ dedim.
-’’ Tabii’’ dedi.
Etrafına neredeyse, yani bir nevi emir yağdırır gibi;
-’’Sandalye, sehpa, masa getirin. Her şeyi getirin misafirimiz gelmiş’’ dedi.
Bir anda Roman vatandaşlar alarma geçti. Sandalye sehpa tutan, koltuk tutan, herkes gölgelik bir yere duvarın yanına, yığdılar onları. ‘’Buyurun’’ dediler. Oturduk. Aslında hiç beklemediğim, düşünmediğim, bir karşılama seremonisiyle karşı karşıyaydım. Bu beni rahatlattı. Sevindirdi. Mutlu etti. O zaman arabada beni bekleyen Dilek Arman’a telefon açtım.
-‘’Dilek, tatlı kutusunu al, gel kızım’’ dedim.
Ve sohbetimiz de başlamış oldu.
GÖLGE: İlk önce seni tanıyalım.
FETİH ROMAN: Benim adım Fetih Çelik. 1980 yılında İstanbul Şile’de doğdum. 1986 yılında Gebze’ye geldik. Ev babamdan bana kaldı, kendi evimdir. 4 tane çocuğum var. 20, 14, 9, 8 yaşlarındalar. 1 tane gelinim var.
GÖLGE: Romanlarda erken yaşta evlilik durumu var. Mesela gelininiz kaç yaşında? Romanlar neden genç yaşta evlenirler?
FETİH ROMAN: Gelinim 20 yaşında, 17 yaşında iken aldık. Romanlar bu durumu adet edinmiş bu şekilde devam ediyor.
ROMAN KADIN- Bizde kız 18, 20 yaşına bastığı zaman yaşlandı diye kimse alıp onu koklamaz. 17 yaşına kadar evlenmezse o yaşa kadar, evde kaldı diye dedikodu yapıyorlar.
GÖLGE: Romanlar ne yer, ne içer, nasıl yaşarlar? Bir gününüz nasıl geçiyor?
FETİH ROMAN: Ekmek bulan var, bulamayan var.
ROMAN KADIN: Pişirdiğim lahana yemeğinin, lahanasını çöpten aldım da yaptım.
FETİH ROMAN: Ben mesela Gebze Belediyesi’nde çalışıyorum, temizlik işlerinde ama aldığımız aylık yetmiyor. Mecbur ek iş yapıyorum. Kâğıt topluyorum. Zamanımız böyle geçiyor.
GÖLGE: Kâğıt işi nasıl kazanç sağlıyor, günde ortalama kaç karton topluyorsunuz?
FETİH ROMAN: Çok iyi diyemem. Toplayan çok olduğu için, fazla toplayamıyoruz. Suriyeliler ve Afganlar var. 50,60 kilo kartonlar ya geliyorum ya gelemiyorum. Mazot parası ile kafa kafaya denk geliyor.
GÖLGE: Suriyeliler ve Afganlar sizi etkiliyor mu?
FETİH ROMAN: Çok fazla etkiledi. Hele ki Afganlar çok etkiledi. Genelde onlar topluyor. Hangi hurdacıya giderse gitsin, hep Afgan. Hangi çekiç ekçiyi görürse görsün Afgan’dır.
GÖLGE: Burada kaç hane var sizin?
FETİH ROMAN: Ağabeyim, amcam, teyze çocuklar, kayınço, biraderler var filan var.
GÖLGE: Kaç nüfussunuz Gebze’de?
FETİH ROMAN: Aşağı yukarı 10.000 vardır.
GÖLGE: Çadır hayatı genellikle yazın mı oluyor?
FETİH ROMAN: Evet ama çadır hayatı eskidendi. Şuanda da var ama çok fazla yok. Eskiden bizim çeri başı köylere giderdi. Çadır hayatı yaşardı. Balta, keser, kürek işleri yapardı. Eşi vefat edince geldi buraya. Harabe ev vardı yıktılar. 3 katlı ev yaptı çocukları. Bir oğlunun yanında kalıyor şuanda.
ROMAN GENÇ : İnsanlar buradan geçerken, burnunu, ağzını kapatıyor. Kokuyor diye. Bizde istiyoruz ev düzenimiz olsun.
GÖLGE: Burası kentsel dönüşüme uğrasa, bir müteahhitte verseniz burayı inşa etse nasıl olur?
FETİH ROMAN: İyi olur aslında. Burada at da olur, eşekte olur. Bu koku onların olduğu yerden geliyor. Yıkılsa iyi olur. Bir müteahhit buraya geldi söyledi bize. Bizim burası 1603 metre kare. Bize teklif etti. Ev almadan önce olsaydı olur. Ben şimdi 2 kat ev diktirmişim. Ben evi yaptırdıktan sonra geldi bana. Ben yıktırır mıyım o evi. Halen söylüyorlar. Ama ben izin vermem. Ben her ay 1600 borç ödüyorum.
GÖLGE: Romanların bir günü nasıl geçiyor, sabah kalkış saatinden itibaren?
FETİH ROMAN: İşi olan iş saatinde kalkar işine gider. At arabası olan hırsızlığa gider. Hırsızlığı yapanlar yüzünden hepsi o lekeyi taşıyor. Kimi alır 2 bira tarlaya gider içer gelir ailesine sorun yapar. Başka mahallenin Romanları geliyor içiyor, arabasını son ses buraya çekiyor. Bizde rahatsız olduğumuzdan başlıyoruz kavga etmeye.
GÖLGE: Kamuoyun gözünde çingene derler. Hırsızlık yaptığını filan iddia ederler. Hırsız mıdır Romanlar?
FETİH ROMAN: Yapanlar da var, yapmayanlar da var. Hepsi yapmaz diye bir şey yok. Ki yapıyorlar. Şurada bir komşunun kapılarını çalmışlar. Bir kişi geldi buraya sabahın 6’sında. Bahçenin kapısını siz çaldınız dedi. Benim yeğen geldi. ‘’Ağabey biz manyak mıyız senin kapını çalalım’’ dedi. Ama geldi bile bile bize iftira attı. Hırsızlığı, Manavı, Çerkez’i, Laz’ı, Kürdü de yapıyor.
GÖLGE: En meşhur yemeğiniz nedir?
FETİH ROMAN: Mantar, mancar, yemekleri genelde. Yemek malzemelerini genelde, çöpten ve pazarda atılmış tezgâh arkalarından toplayıp yapıyoruz.
GÖLGE: Romanlar, cinsel hayata önem verir mi?
FETİH ROMAN: Tabii ki önem veriyoruz. Bir ailenin en az 4 çocuğu oluyor.
GÖLGE: Sizde resmi ve imam nikâhı oluyor mu?
FETİH ROMAN: Resmi nikâhta, imam nikâhı da var. Askere de gidiyoruz. Ben 2000’de gittim askere 2 yıl sonra de geldim. Acemilik Ankara’da, usta birliği Malatya’da yaptım. Oğlumda askere gidecek 20 yaşında olan.
GÖLGE: Romanlar cenazesini nereye gömülüyor ve işlevi nasıl oluyor?
FETİH ROMAN: Mezarımız her yerde var. Gebze mezarlık, Balçık, Denizli, Ağva her yerde var. İmam oluyor, camiye gidiyoruz. Orada namaz kılıyoruz. Normal gömüyoruz. Bazı ülkelerde adam yakıyor.
GÖLGE: Romanla çingene arasında fark var mı? Yoksa ikisi de aynı mı?
FETİH ROMAN: İkisi farklı oluyor. Çingene daha pis oluyor. Romanlar onlara bakılaraktan daha temiz olur. Roman farklı, çingene farklıdır. Dediğim gibi pis ve temiz olma olayı vardır arada. Cenaze gömme işlevleri de aynıdır.
GÖLGE: Gebze’de veya Türkiye de roman vatandaşı olmak nasıl bir duygudur? Zorlukları var mı?
FETİH ROMAN: Ben herhangi bir zorlukla karşılaşmadım. Ben Belediyeye 2007’de girdim. Temizlik işinde taşerönde çalışıyorum. Asgari ücretle çalışıyoruz. Maaşımız çok az . Darıca, Çayırova Belediyeleri öyle değil. Bayramda mesaileri 70 alıyorduk. Düşürmüş 30 TL’ye. 30 TL’ye kim çalışır. Kadrolu olsak daha başka olur tabi. Benim kayınpederin evinde kırılmadık cam bırakmadırlar. Polislere de, savcıya da, kaymakama da gidiyor. Bu duruma bir çözüm bulmalarını istiyoruz. 3,4 kere kırdılar.
GÖLGE: Gittiğiniz zaman size nasıl davranıyorlar?
FETİH ROMAN: İlgileniyorlar, gelip birkaç sefer fotoğraf çekip gittiler. Ama bir çözüm bulamadılar. Böyle olmaz. Romanlardan olanlar bunu yapıyor. Geçen geldiler yine çalıp çırpıp, kırdılar. Kayınpeder de pompalıyla bir el ateş etti. Neyse ki kurşun içeride ters dönmüştü. Buna acilen bir çözüm bulmak lazım. İlla adam mı ölmeli ilgilenmeleri için.
GÖLGE: Romanların düğün dernekleri nasıl olur?
FETİH ROMAN: Gelirler kızı isterler. Uzlaşma olur. Başlık parası mutlaka olur. 40-50 bine başlık parası isteyen de oluyor. Bizim burada değil ama karşı taraftan o kadar çok başlık parası istiyorlar. Bizde ise 20-25 bin TL oluyor. Ben eşime 10 bin TL verdim.
GÖLGE: Romanların çalgıya, saza, söze çok düşkünlükleri var. Akşamları oturup eğlence yaptığınız oluyor mu?
FETİH ROMAN: Tabii bazen açıyoruz müziği coşuyoruz. Çekiyoruz arabayı, açıyoruz müziği kızlar, karılar başlar oynamaya. Bizim romanların neşesi yerinde olduğu zaman hemen eğlenceye başlarlar. Neşesi olduğu zaman içerler, hüzünlü olduklarında hiçbir şey yapmazlar.
ROMAN ADAM: Bizim eğlencemizden rahatsız olanlar var. Hastamız, uyuyanımız var diyen olsa tabii ki müziği kapatırız. Bizim için iş çok önemli. Birçok yer bizi roman olduğumuz için işe almıyor. Bizi tanımadan ön yargılı davranıyorlar.
GÖLGE: Eğitimde kısıtlandığınız oluyor mu?
FETİH ROMAN: Okuyabiliyorsa okusun. Bizde erken evlilik olur. Evlilik şartı müsaade ederse okumaya da devam etsinler. Yüksek eğitim alan yeğenlerimizde var. Mesela mühendisimiz var, çevre mühendisimiz var. Ama yaşam tarzından, kültüründen vazgeçmiyorlar. Giyim kuşam ve konuşma tarzları değişiyor sadece.
GÖLGE: Çeribaşı diyoruz, bu roman aşiretinin reisi mi oluyor? Çeribaşını kim seçer?
FETİH ROMAN: Çeri başı muhabbeti eskidendi. Roman ailelerini de büyükleri temsil eder.
GÖLGE: Gebze’de yaşayan romanların başlıca ne gibi sıkıntıları ve sorunları oluyor? Beklentileriniz nelerdir?
FETİH ROMAN: Mesela çok gariban adamlar var. Adam felç geçirdi. 10-11 sene çalışmıştı. Hastaneye gitti. Tedavi göreceksiniz dediler. Tedavisini gördü. İş göremez raporu verdiler ona. Bu adam gibi ihtiyacı olanlara yardım etmiyorlar. Kömür, yiyecek ve içecek yardımları gibi yardımlar yapmıyorlar. 3 katlı evi olan adama yardım ediyorlar. Bana yardım etmesinler istemem. Ama eli ayağı tutmayanlara gelip baksınlar yardımda etsinler.
GÖLGE: Geçmişten bugüne değişen şey nedir?
FETİH ROMAN: Bizi işe almazlardı. Tayyip Erdoğan başa geçti, Roman vatandaşlar dedi. Ve onun sayesinde işe alınmaya başladık. Oy da kullanıyoruz. Cumhurbaşkanını seviyoruz. AK Partiyi tutuyoruz. Ama işçiyi, garibanı düşünmüyor.
GÖLGE: Roman Milletvekili var. Bu sizin için nasıl bir duygu, sizin içinizde siyasetle ilgilenip uğraşan var mı?
FETİH ROMAN: Roman Milletvekilimiz olması bizim için gurur vericidir. Aramızda siyasetle uğraşan yok. Ama AK Partiye üyeyiz. 15 senedir üyeyim ben. Bazı çalışmalarına da katılıyorum.
GÖLGE: Size siyasetten katılım için çağıranlar oldu mu veya siz talepte bulundunuz mu?
FETİH ROMAN: Ben talepte bulunmadım. Ama bulunan arkadaşlarımız oldu. Devamında hiçbir şey olmadı. Kabul etseler aktif siyasette yer almak isteriz. Romanlardan meclis üyesi çıksın bizde isteriz.
GÖLGE: Başarısız darbe girişimi gecesi ne yaptın?
FETİH ROMAN: Gecenin 12’siydi. Darbe olduğunu duyduk. Herkes ayağa kalktı. Hepimiz o akşam meydanlardaydık. Her akşam nöbetlere de gittik. Başarılı olsalardı çok üzülürdük.
YAŞLI KADIN ROMAN: Oğlumun camını kırdılar, durumum yok, benim adam sakat, hiçbir şeyim yok yani. Başkasının evinde kalıyorum. 4 tane çocuğum var. Oğlanlarda dövüyor beni başka yerde kalıyorum. Yardım istiyorum evimde eşyalarım yok. Hiçbir şeyim kalmadı kırdılar geçirdiler.
GENÇ KADIN ROMAN: Çocuklardan hayır yok. Benim kendi durumum yok. Kolum kırık. Bize maaş bağlasınlar. Zor geçiniyoruz. Ekmek parasını zor alıyoruz. Tayyip Erdoğan babamız bize sahip çıksın. Devletimiz bize sahip çıksın.
TUNCAY ROMAN: Sultanbeyli’de oturuyordum. Her şeyimi alıyordum. Çocuk parası alıyordum, kira yardımı alıyordum yardım destek konusunda. Gebze’ye geldim. 1 TL bile alamadım. 2 senedir buradayım.
KADIN ROMAN: İstanbul’da bende yardım alıyordum. Kestiler. Gebze vermiyor. 6 çocuğum var. Burası kasaba diye vermiyor. Küçük olduğu için.
FETİH ROMAN: Pembegüllü burada dururken, sağken, dört dörtlük oluyordu bizim işimiz. Çok yardım ediyordu bize.
Ercan SARIÇAM yazdı Dilek ARMAN fotoğrafladı