Descartes’e göre durum çok basit. “Düşünüyorum, o halde varım” diyor. Kimi, neyi düşünüyorsun? Yoksa sende sadece kendini mi düşünüyorsun? Bence önemli olan benim kendimi düşünmem değil ki! Beni benden başkaları düşünmezse o ortamda yokum anlamına gelir. Benim kendimi düşündüğüm kadar etrafımdakiler de düşünse o zaman gönül rahatlığıyla “o halde varım” diyebilirim. Düşüncesizliğin çığ gibi büyüdüğü bu zamanda bu sözün itibarı kalmıyor. Demek ki o zamanlar herkes çok düşünceliymiş, tek eksik insanların iç dünyasıymış. İnsanoğlu kendisini pek düşünmüyormuş, hep karşısındakileri düşünüyorlarmış. E bu şahane bir şey… Herkesin kendini düşünür (bencil) olması belki de bu söz ile ateşlendi.
Düşünmek çok önemli bir husustur. İnsan kendisini düşününce sahip olduğu maharetlerini yahut beceriksiz oldukları hususları fark edebiliyor. Aynı şekilde başkalarını da düşünerek tanımaya çalışırız, her ne kadar net olamasak da. En azından tahmin denilen sektöre iddialı seçenekler sunarız.
İnsanoğlu zora düşünce her şeyin kıymetini biliyor. İyi ve neşeli günde düşüncesizlik yapabiliyor. Hep canı sıkılınca “düşünme” eylemi faaliyete geçiyor. Hâlbuki her daim düşünen insan olsak; canımızda, çevremizdekilerin canları da hiç sıkılmayacak. Bir konuyu beynimizde sindirsek, tartsak, biçsek öyle söze başlasak daha faydalı olmaz mı? Bence mis gibi olur. Süzgeç kullanmadan ağızlardan kelimeler, sözler dökülür oldu. Kırılan kalplerin haddi hesabı yok! Süzgeç kullananlar utangaç ya da korkak zannedildi. Oto kontrolün olmadığı bu zamanda cahillerden farksız görüntü oluşturmamız kaçınılmaz oluyor.
İnsanların hayat hikâyelerini kendi hikâyemiz gibi veya basında yer alan haberlerdeki bireylerin yerine kendimizi koymayı adet edinir olmaya başladık. Sinemaya gittiğimizde ise seyrettiğimiz filmde yer alan bir oyuncunun yerine kendimiz koyarak izlemeye başlarız. O karakter sanki kendimizmiş gibi hayal ederek izleriz. Oturduğumuz yerden o şahıslara bürünüp kolay yoldan çıkarımlar da bulunuruz. Bir de kolay yoldan her şeyi yaşamış oluruz. Azcık düşününce bu eylemin saçma gelmesi gerekmiyor mu? İşimize gelen karakterlerin başlarından geçen durumların neticesini de kabulleniyoruz. Yaşamadan, hazır çorba gibi yudumluyoruz hayatı. Sorsan çok şey yaşamış, ancak fiilen değil de alışkanlık gereği duyduğu, gördüğü olaylara özne olarak kendisini atadığı için yaşamış kabul ediyor.
Kendi görüşümüzün dışında kalan insanların görüşlerine karşı düşüncesiz oluyoruz ve dinlemiyoruz. Çünkü sindirme işlemi gerekeceği için durduk yere iş çıkarmaya gerek yok (!) Bize Yaradan tarafından bahşedilen beynin ambalajını dahi açmadan ölmeye çalışmamız çok acı! Hâlbuki biraz kullansak, biraz okusak hayatımız çok daha keyifli ve harikulade geçecek.