Edebiyatta sosyal medya kullanımı 1990’lı yıllarda başlıyor ve daha sonra 2000’lere doğru uzanıyor. Tabii 1990 ve 2000’li yıllar ile şimdiki edebiyat tartışmalarının yaşandığı sosyal medya alanları epey farklı. Bahsettiğim dönemlerde daha ziyade “mail grupları” vardı. Bu gruplarda sağ-sol fark etmeksizin birçok değişik edebi görüşten sanatçı düşüncelerini dile getiriyordu. Hayriye Ünal, Zeynep Arkan, Hakan Şarkdemir, Osman Özbahçe, Hakan Arslanbenzer, Enis Akın, Ömer Şişman gibi bugün adını sıkça duyduğumuz şairler mail gruplarında “kendi isimleriyle” tartışmalara katılırdı. Yahut kendi ismini kullanmayan biri varsa bile bu kişinin kim olduğunu gruptaki diğer yazarlar genellikle bilirdi. Benim doğum tarihim bu gruplarda yer almaya yetmedi elbet. Söylediklerimi okuduklarımdan ve dönem şairlerinin anlattıklarından biliyorum. Şimdi böyle bir ortam düşünelim, kimin ne yazdığını ve söylediğini diğer herkes “açıkça” biliyor... Bugünden bakınca bize biraz “uçuk” gibi gelmesi doğal. Çünkü bizler, yani 2010 Kuşağından olan şair ve yazarlar, gözümüzü Facebook ve Twitter’da açtık. İlk zamanlarda Facebook’ta, şu an ise Twitter’da devam eden tartışmalar, mail gruplarındaki “açık profilli” tartışmalardan oldukça uzak. Bu mecralarda, mail gruplarının onlarca katı kişi ve bu onlarca kişinin yine onlarca “fake” hesabı var. Şöyle denebilir ki; düşüncelerini dile getirdiğinde, bir sosyal medya dili olarak “linç” yiyeceğinden ya da yazdığı dergilerin vereceği tepkilerden korkan kuşak arkadaşlarım bu fake hesaplara başvuruyor. Ben bu hesapların edebiyatımıza en ufak bir yararı olduğunu düşünmüyorum. Bunlar, zamanımızı çalmalarından öte, kurduğumuz edebi dostluklara kadar bize zarar verebiliyorlar.
Bunun en somut örneği geçtiğimiz aylarda yaşandı. Twitter’da, “2010’lar Türk Şiiri” adlı bir hesap açıldı. Bu hesap ben dâhil, kuşağın birçok şairinden paylaşımlar yapıyordu. Bu hesabın kim olduğu o zamanlar çok konuşuldu. “Maskelenmiş” bir kullanıcıydı karşımızdaki. Hesaptan, sanırım en çok benim hakkımda paylaşımlar yapıldı. Bu durum, hesabın benim veya bana yakın birinin (Örn: Kaan Eminoğlu) olduğunu düşündürdü insanlara. Bu maskelenmiş hesap aynı kuşaktan kişileri adeta birbirine düşürdü! Birbirlerinin yüzünü bir kere olsun “reel”de görmemiş şairler, küfre varacak derecede twitler attılar. Mesela bu yazıyı yazarken aklıma gelen birkaç isim şunlar: Kadir Sevinç, Alptuğ Topaktaş veya Abilmuhsin Özsönmez.
Daha sonra hesap kapandı. Hesabın kapandığı sıralarda ben ve üç arkadaşım “Kanon 2010” adlı bir dergi çıkardık. Tabii biz, “malum hesap kendini kapatsın biz öyle yayıma başlayalım” ya da “derginin ismi, hesabın ismine benzesin” diye düşünmedik. Tamamen tesadüfi bir şekilde, bizim çıkışımız ve hesabın kendini imhası aynı zamanlara denk geldi. Bundan dolayı insanlar hesabı bizim yönettiğimizi düşündüler ve en son olarak, Kaygusuz dergisinde Ufuk Akbal, 2010’lar Türk Şiiri hesabının, Kanon 2010’a ait olduğunu söyledi. Akbal’ın böyle düşünmesinde, kendilerini maskelemiş bu grubun “art niyetinin” olduğu açık. Çünkü mezkûr hesap, kendilerinin Kanon 2010’dan olduğunu, yine Twitter’dan birçok kişiye ima etti. Bu imalar yüzünden, başta ben olmak üzere diğer arkadaşlarım, tanıdığımız/tanımadığımız/tanıyamayacağımız pek çok hesaptan defalarca “linç yedik.”
Bugünden bakınca, 1990’ların sosyal medyası olan mail gruplarındaki, “açıklık” ve “yapıcılık” günümüzde yerini korkak, maskelenmiş ve örtük “fake” hesaplara bıraktı. Bu hesapların şiirimiz ve edebiyatımız için en ufak bir olumlu tarafı olduğunu veya yapılanların ifade özgürlüğüne girdiğini söylemek, en iyi tabirle, safdillik olur. Çünkü bu hesaplar, yukarıda anlattığım olayda görüldüğü gibi; bizim adımıza, bizim hiç haberimiz olmadan ortalığı karıştırabiliyor. Şunu da söylemek de fayda var,kimi sözde edebiyatçıların bu hesapların onlara sağladığı, belki bir saatlik belki bir günlük popülariteden nemalandıkları gün gibi ortadadır!