Önce MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin kurultayda yaptığı konuşmayı dinledim, ardından HDP’li Sırrı Süreyya Önder’in okuduğu İmralı’dan gelen ‘Nevruz Mesajı’nı.
Birbiriyle örtüşmeyen , bir o kadar da tezat fikirlerin harmanlandığı günde, üzerinde durulması gereken; Türkiye’nin kucaklaşması ve bu yolda samimiyetle emek sarf edilmesidir.
Bahçeli’nin konuşmaları ülkenin bölünmez bütünlüğüne yönelik kaygıları içeriyordu.
İmralı’nın mesajından çıkardığım sonuç ise; yeni bir anayasa , halkların kucaklaşması, etnik tanınmışlık, özgürlük ve silahların tümden bırakılmasıydı.
AK Parti iktidarının son iki yıldır yapmaya çalıştığı zaten bu.
Oslo ile başlayan görüşmelerin temelinde de bu düşünce vardı, 2013 Nevruz’unda yine Diyarbakır’da başlatılan çalışmada bu yöndeydi.
Bu durumda bazı sorulara yanıt aramak ve çözüm sürecinin akıbetini irdelemek konunun özünü yakalamaya vesile olacaktır.
Mesela Bahçeli’nin en büyük kaygısı, Misak-i Milli sınırlarının restorasyona uğrayacağı yönündeydi.
Oysa, gerek Dolmabahçe zirvesinde açıklanan 10 madde, gerekse İmralı’nın mesajında böyle bir tanımlama ve beklentinin olmadığı aşikardır.
Kaldı ki öylesi bir restorasyona Türk milletinin izin vermeyeceği, vermeyeceğimiz gerçeği kendini muhafaza etmektedir.
Şu gerçeği de göz ardı etmemek gerekir…
Türkiye’nin %70’i barış süreci denen çalışmayı destekleyip, top yekun kucaklaşma düşüncesindedir. Ve yine bu çoğunluk tıpkı MHP lideri gibi restorasyona karşıdır.
O halde sorun ve beklenti nedir?
Elbette öncelik silahların sadece bırakılması değil, tümden imha edilmesidir. Burada yapılması gerek PKK elindeki silahların Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne teslim edilmesi olmalıdır.
Yani,’’Biz silahları bıraktık, eylemsizlik kararındayız, silahları toprağa gömdük’ demek samimi olmayacaktır. Getirip tıpış tıpış silahları teslim etmek ve arınmaktır.
İkinci beklenti ise toplum genelini huzura kavuşturmaktır ki, bu da yeni bir anayasa yapmak ve sadece Kürt kökenli vatandaşlara değil, bütün azınlıklara bekledikleri hakların verilmesidir. Ülke kucaklaşması ve toplumsal kalıcı barışın yolu da budur.
Kabul etmeliyiz ki, İmralı’nın bugünkü mesajları, ardından Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın değerlendirmelerinden sonra Türkiye gerçekten yeni bir sürece girmiştir.
Türk-Kürt ayrımı yapılmaksızın kardeşlik ve barışın önü açılmış, kan dökülmesinin artık mümkün olmayacağı bir başlangıcın temeli atılmıştır.
Ancak, sinsi bir tehlikeyi de göz ardı etmemeliyiz.
İyi giden sürecin sonunda , varılacak nihai noktada Hükümet’in olası hata politikası ‘’ süreci kurtarayım’’ derken, ülkeyi başka bir çıkmaza götürebilir.
Açalım..
Sağır Sultan’ın dahi tahmin ettiği konu, sürecin sonunda çıkarılması muhtemel ‘Genel Af’’ tır.
Ya da TCK’da düzenleme.
Elbette bir kucaklaşma olacaksa yasal düzenleme yapılmalı, zaten diğer türlü süreç anlamsız olacaktır. Lakin o ‘genel af, kısmı af, yasal düzenleme’ ismi her ne olacaksa sadece PKK’yı kapsam içine alacak bir plan olmamalı.
Yeni Türkiye’de yeni bir sayfa açılacaksa, temiz ve beyaz sayfa olacaksa , olası bir af formülü cezaevlerindeki tüm tutuklu ve hükümlüleri, hatta Yargıtay’da bekleyen dosyaları da kapsamalıdır.
Cezaevleri sadece PKK’lılardan oluşmuyor.
PKK’lıların gönlünü hoş edip o kesimi af etmek, teröre teslim olmak manasında olacağı gibi diğer kesimleri; Ülkücüleri, Devgençleri, Devyolcuları, Hizbullahcıları, adli-siyasi suçluları , akla gelebilecek tüm kader kurbanlarını derinden yaralayacak , belki de cezaevlerinde isyanlara sebep olacaktır.
Ülkede kalıcı barışa giden yolun dikenli olmaması için bu hassas nokta gözden kaçmamalıdır.