Hep deriz ya; '' Allah, ölümünde hayırlısını nasip etsin.'' diye. Ölümün nerede , ne şekilde , kimi nasıl yakalayacağını Allah bilir. O yüzdendir hayırlısını istemek. Kimi seccade başında ecelle buluşuyor, kimi rahmetli babam gibi sabah namazını eda ettikten sonra Hakk'a yürüyor.
Yanarak, boğularak, bir kör kurşuna hedef olarak veya trafik kazasında, ya da zelzele ile canını teslim edenlerde var, canına kastedenlerde. Açlıktan kimse ölmedi belki ama, aç bırakılarak hayata gözlerini yumanda çok.
Aslında herşey vadenin dolması değil midir? Bizler sadece eceli isimlendiriyor, bahaneler üretiyoruz . Ölümün yaşı yok, bahanesi çok... Kalp krizi, Pandemi, cinayet, her hangi bir ölümcül hastalık, bir bela, bir nusibet tebelleş oldumu insanoğluna , adı ölüm ölüyor, lakin gerçeği vadenin dolması, takdir-i ilahi değil midir?
Vade dolunca ne para fayda ediyor, ne şan-şöhret. Ne de tıpbın olanakları. Ecel kapıya dayanınca ne erk tanıyor, ne padişah... Paşası da , poşası da Yaradan karşısında eşit oluyor o an. İşte o yüzden 'Ölümün de hayırlısı'' deriz.
Ankebût suresi ayetinde anlatıldığı gibi ; ''Her canlı ölümü tadacaktır.''
Evet, ölüm bu.
Hiç beklemdiğimiz anda, aklımızda yok iken kapımızı çalan gerçek.
Tıpkı babamın yatağında kalp krizi vefatı gibi. Tıpkı hastane yanında , otobüs durağında hayatını kaybeden 60 yaşındaki Sebahattin Duru gibi.
Merhum babamın adı Selahattin'di.
Hastane yanında vefat eden rahmetlinin ismi ise Sebahattin. İsimlerin bir birlerine çok yakın olması belki de babamı hatırlatttı ve bu satırları yazmama vesile oldu.
Ölüme isim takmak, birilerini suçlamak, hele de ölüm üzerinden kin - nefret kusmak islamiyet kavramlarında bulunmadığı gibi, insanlıkta da yer almaz. Gazetecilikte hiç olmamalı. Ama maalesef günümüzde öyle değerlendirmeler görüyoruz ki, ölünün arkasından bir Fatiha okumak yerine, başkalarını hedef gösterip , Azrail görevi üstlenenler olabiliyor.
Tıpkı Merkez Hastanesi'ne yüklenildiği gibi. ..
Kimsenin avukatı değiliz, sadece doğruyu savunan, gerçeği yansıtan bir gazeteciyiz. 41 yıldır yaptığımız gibi yine real bakacağız bu konuyada.
Hatırlayanlar olacaktır; Geçtiğimiz ayın 20'sinde Gebze Özel Merkez Hastanesi'nin yan tarafında bir vefat olayı gerçekleşti. Vadenin dolduğu, ecelin devreye girdiği bir andı , o an. O günden bugüne bu konuda yazmamayı tercih etmiştim, acının soğuması, merhumun kırkının çıkması için. Babasını toprağa vermiş bir evlat olarak o acıyı bilirim. Bu vesileyle Sebahattin Duru 'ya bir kez daha Allah'tan rahmet, kederli ailesine sabır ve baş sağlığı diliyorum.
Gelelim konumuza....
Duru'nun vefatıyla birlikte , ''mum alıp düğüne koşar gibi''' Merkez Hastanesi'ne bindirenleri okuyunca bir Gebzeli olarak üzülmemek elde değildi. Öyle haberler çıktı, öyle yansıtıldı ki olay, sanki adamı öldüren Merkez Hastanesi olmuştu.
Habercilikte asl olan doğruyu , detayıyla yansıtmaktır. Hastane yönetimiyle ilişkisi kötü diye herhangi bir mevkute , haberi çarpıtma hakkına sahip olamaz. Olay yerinin görüntülerini izledikten sonra yapılan haberlerin ne denli yanlış, yanlı, kin dolu oldoğunu anlamamak saflık olur.
Mesela haber ,''Merkez Hastanesi kapısının önünde ölüm'' diye verildi. Ki doğru değil. Merkez Hastanesi'ni bilenler bilir, hastanenin yan tarafında durak var. Günde on binlerce insanın kullandığı halk otobüsü durağı. Merhumun yere yığıldığı yer orasıdır. (Görüntüleri izleyebilirsiniz). Yani hastanenin kapısının önü değil, hastane ile hiç bir bağlantısı olmayan yer, halk otobüsü durağıdır.
Gazetecilikte meşhur (5 N) kuralı vardır. Ne, nerede, nasıl, niçin, kim? Sorularına cevap verilir haberlerde. Üzülerek söylemeliyim ki, bizim matbuat o haberi verirken de , haberciliğin temel ilkelerine uymamıştır. Zira öyle habercilik olmaz. Çünkü, Gebze'de sağlık alanında kendini paralayan ve büyük başarılara imza atan Merkez Hastanesi gibi bir kurumu boğma mantığı haberlerde ön planda olmuştur.
Mesela; ''Doktorlar dışarı çıkmadı, müdahale etmedi'' diye verildi haberler. Bu da bilgisizlikten kaynaklanan bir yayındır. Çünkü hastaneler kendilerine tanınan yasalar dahilinde hizmet verirler. O tür vakalarda polis, acil ambulans aranır. Polisin dahil olmadığı hiç bir olaya müdahale şansı olmaz hastanelerin.
Uzatmayayım;
''Hastanenin ihmali , ilgisizliği oldu mu?''
Bu sorunun yanıtını doğru öğrenmek ve doğru yazmak gazetecilik görevidir. Olay şudur; Acil servise bir vatandaş geliyor, nöbetçi hemşireye ''Dışarıda bir vatandaş öldü'' diyor. Hemşire de, '' Benim müdahale etme yetkim yok.'' diyerek doktora haber veriyor. Onlar dışarı çıkıp hasta vatandaşa giderken, 112 acil ambulansta olay yerinde vatandaşa müdahaleye başlamış görülüyor. Vatandaşın ölmüş olduğu anlaşılıyor. Merkez Hastanesi acil servisine alınan vatandaşa '' bir umut diyerek'' yaklaşık bir saat tıbbi müdahale ediliyor. Ancak vatandaşın durakta düştüğünde öldüğü belirleniyor.
Sonuç; Olayın haber değeri çoktur. Tabiiki haber yapılacaktır, gazetecilik görevidir. Lakin , haber hiç bir zaman yanlı, yanlış, eksik, bir kişiyi ya da kurumu bertaraf etmek için yazılmamalıdır. Merkez Hastanesi yanında meydana gelen ölüm olayı budur.
---------------
NOT: