Modern şehirlere yön veren dinamiklerden birisi de, 'Kent Konseyleri' dir. İcra makamı olmamalarına karşın , tavsiye odaklı çalışan kent konseyleri, sorumluluk alanlarında kent bilincini artırmayı, yerel sorun, çözüm ve beklentileri ajanda etmeyi hedefler.
Kent konseyi denilince de, us'umda Gültekin Şenel'in başkanlığındaki dönemin Gebze Kent Konseyi canlanır. Şenel döneminden sonra ise Gebze'de ne kent kaldı, ne de konsey. Zira siyasi entergeli çalışan kent konseylerinin başarılı olması veya pasife edilmesi biraz da o kentin şehremine bağlı.
Gültekin Şenel'li günlerden sonra , o günden beri Gebze 'de maalesef kent konseyi atıl bir durumda , kağıt üzerinde duruyor. Belediye Başkanı Zinnur Büyükgöz'e düşen ; bir an önce Gebze Kent Konseyi'nin aktif hale getirilmesinde öncülük etmesi olmalıdır. İkinci döneminde olan Büyükgöz'ün hangi mantık, hangi akıl, hangi kafa ile kent konseyini pasifize ettiğini anlamak mümkün değil.
Askıda tutulan Gebze Kent Konseyi'nin bütün günahları Zinnur Başkan'ın olacaktır, biline.
Geç kalmadan
Yeni nesilin piyangosu sanırım teknoloji çağı oldu. Büyüklerimiz bizden önceki hayatı anlatınca , onları can kulağıyla dinleyip hayretler içinde kalırdım. Dinledikçe ben mi milenyum devrindeyim, onlar mı buzul çağında anlam veremiyordum.
Teknoloji yok, iletişim yok, sosyal medya yok, dünya bu kadar küçük değil.... Öyle anlatıyorlar. Rüya mı, hayal mi anlam yükleyemiyorum.
Bizler; teknolojinin içinde haps olanlar mutlu mu olsak, ya da hüzünlensek mi, bu da muğallakta kalan bir soru. Düşünebiliyor musunuz, eskiden yani ben doğmadan önce ülkemizde ve dünyada her şey naturelmiş. İnsanlar daha dürüst, doğa daha canlı, gökyüzü daha mavi, çimenler daha yeşil, denizler ve dereler daha berrakmış. Hatta ülkemin pek çok deresinde olduğu gibi, Dilderesi'nde Dilovası'nda derede elle balık tutulurdu. Çocukluğumda bende tutardım. O denli saf ve temizdi her şey.
Tüm bunlarla beraber insan ilişkileri daha bir candan, daha güvelir, daha asildi. İnsanlar birbirlerine sadık ve dürüsttü. Her ne kadar televizyon siyah beyaz olsa da; komşuluklar, aşklar, arkadaşlıklar renkliydi. Şimdi her şey renkli ama, her gördüğümüz siyah beyaz. Hayat siyah beyaz.
Samimiyet yok, Arkadaşlık yok, Dürüstlük yok, İncelik yok, Komşuluk yok, Kardeşlik yok, Sırdaşlık yok, Güven yok, İnsanlık yok, Sadakat yok....
Peki ne var?
Hainlik var, Kalleşlik var, İhanet var, Kıskançlık var, Fesatlık var, Kambazlık var, Özenti var, Yalancılık var, Suistimal var...
Tüm bunlara büyük etken teknoloji oldu, sosyal medya oldu. Uykudan gözünü açar açmaz sosyal medyada sörf yapan gençlik, uykuya dalmadan elinde telefonla uyuyan gençlik, işinde evinde, arabada , yolda sosyal medyayı tüm reel yaşamın üstünde ve önceliğinde gören gençlik türedi. Ve o zaman hayatın tüm dinamikleri sanal oldu, kayboldu. İşte geldiğimiz nokta bu.
Yazık oluyor genç nesile. Hem kendilerine, hem geleceklerine adeta kurşun sıkıyorlar.
Hayat sosyal medya değildir, gerçeği görüp kendinize gelin, karşınızda canlı duran insana zaman ayırın, elinizden bırakın artık telefonu. Yarın çok şey için geç kalmış olabilirsiniz. Son pişmanlık fayda etmez. Geç kalmadan kendinize gelin.