On ilimizi yerle bir eden , yüreğimizi yakan ''çoklu deprem'' muhtemeldir ki, ülkemizi ekonomik olarak on yıl geriye götürdü. Bir ülke için çok , ama çok ağır bir tablo.
İçimiz yanıyor,
Yüreğimiz dağlandı,
Ocaklara 'kor' düştü... Tüm bunlar gerçek.
Bir gerçek de; Devlet ve millet seferberliğinin had safhada olması. Siyaseti bir kenara bırakalım. Zira bugün siyaset günü değil. Elbette daha sonraları ''Neden, niçin, nasıl'' sorularına yanıt aramak ve bunları sormak herkesin hakkı olacaktır. Lakin bugün o soruların sırası değil. Bugün Elele vermek, açta kalana el uzatmak, ocağı sönene kardeş olmak günüdür.
Bu yönde de kadirşinas halkımızın can pare çalıştığı aşikar.
Televizyon kanallarında görünen çalışmaları bir tarafa bırakalım. Somut örnekleri bizim yakadan görmek mümkün. Daha ilk gün, depremin şoku atılır atılmaz bölgeye ilk koşan GTO oldu. Özellikle aşevini Elbistan'a göndermesi, günde 10 bin vatandaşa sıcak yemek hizmeti vermesi, ardından onlarca tırla gıda ve giysi yardımı yapması , Nail Çiler ve ekibinin değişmez duyarlılığını gösterdi.
Sadece GTO mu?
Hayır....Gebzesiad başta olmak üzere, Gebze Gazeteciler Cemiyeti, iş ve sanayinin önde gelenlerin hepsi , evet hepsi deprem bölgesine koştu. Siyasi partilerimizin tümü, küçük / büyük esnaf, sıradan vatandaş tüm Gebzeliler nefes almadan koştu.
Ya belediyelerimiz...
Haklarını teslim etmek gerekir ki, başta Kocaeli Büyükşehir Belediyesi olmak üzere Darıca, Çayırova, Gebze ve Dilovası belediyeleri seferber oldu. Ekipleriyle, ekipmanlarıyla belediye başkanları on ilimize yayıldı. Dayanışma, milli ruh, toplumsal sorumluluk bu işte.
Tanıdığım onlarca iş insanının görüntülerini ekranlarda, gazete sayfalarında, sosyal medyada görürken, inanın göz yaşlarımla birleşen gurur yaşadım. Biz ne büyük bir toplumuz böyle. Ne güzel kocaman Türk milletiyiz.
Çoklu Deprem'le birlikte halkımızın kenetlendiği de bir gerçek. Yanlışa dur diyen, zalime tokat atan, kansız talancıları pataklayan bir milletiz.
Soran, sorgulayan, hesaba çeken bir millet olduğumuz gerçeğini de göz ardı etmemek lazım. Müteahhitler buna örnek. Daha ilk günle başlayan müteahhit tutuklamaları elbette doğru. Ancak bu konuda eksiklilerin olduğunu da söylemeliyim.
Mesela , her deprem sonrası kesinlikle müteahit tutuklanır ve bütün suç müteahhite atılır. Ne yazık ki , onun ötesi olmaz. Görünmeyen suçlular akla gelmez.
Tabii ki, müteahhit tutuklanmalı, varsa cezası adalet önünde payına düşeni almalı, cezasını çekmeli... Ya diğerleri ?
Örneğin; o yapının mühendisinin suçu yok mu, şantiye şefi, kalfası, demircisi suça ortak değil mi?
Ve daha önemlisi; O yapıya iskan verenin, ruhsat verenin suçu yok mu?
Peki, denetleme görevi ve sorumluluğunda olan yapı denetimin suçu yok mu?
Sadece müteahhite ceza kesmek haksızlık olur. Cezanın tümü birdir. Cezayı adamına göre sınıflandırmak eşitlik ilkesine de aykırıdır. O nedenle; imar eden, imara açan, temeli atan, çatıyı takan, denetlemeyen, ruhsatı imzalayan kimler giriyorsa sıraya bedel ödemelidirler.
Bu satırları kaleme aldığım saatlerde depremde hayatını kaybedenlerin sayısı 32 bin civarındaydı. Umarım, rakam artık sabit kalır, daha yukarılara çıkmasın. 1999 depremini yaşamış biri olarak elimden gelen tek şey; devlet erkinin bundan sonrası için daha duyarlı ve sağ duyulu olmalarını istemek.
Bu vesileyle depremde hayatını kaybedenlare Allah'tan rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum. Osmaniye'de yaşayan bacanağım Fevzi , baldızım Arzu Kılınçdoğan ailesine ve tüm Türkiye'mize geçmiş olsun dileğimle.....
Allah bir daha deprem acısı yaşatmasın.