Biz burada yokken yerel seçimler yapılmış, batıyakası'nın dört belediye başkanı da değişmişti. Gazetecilik mesleğimiz boyunca, 12 Eylül 1980'den beri ilk kez bölgemizde yerel seçimlerden, onun heyecan duyduğumuz atmosferinden uzak kalmıştık. Seçimler, bir gazetecinin anekdotuna en anlamlı hatıralar bırakan günlerdir. İlk kez o tadı alamamış, yaşayamamış, için için feryat etmiştik.
O sıralar durumumuz ve konumumuz ne olursa olsun, aklımız seçimlerin sonucundaydı. Öngörümüz vardı ve tümüyle isabetliydi.
İçimizde ukte kalan ise; bir gazetecinin her seçim sonrası yaptığı klasik ''hayırlı olsun'' ziyaretini gerçekleştirmekti.
Öyle de yaptık.
Gebze'ye döndükten bir süre sonra belediye başkanlarını cep telefonlarından aradım. Özellikle Gebze Belediye Başkanı Zinnur Büyükgöz ve Darıca Belediye Başkanı Muzaffer Bıyık'ı yıllara dayalı tanışıklığım olması hasabiyle direk aramak, randavulaşmak daha doğru olur diye düşündüm. Özel kalemlerinden randevu talebi ihtiyacı hissetmediğim gibi, bugüne kadar da , hiç bir belediye başkanının özel kaleminden randevu aldığımı hatırlamıyorum.
İlk ziyaretimi Darıca Belediye Başkanı Muzaffer Bıyık'a gerçekleştirdim. Karşımda bildiğim, tanıdığım, tüm mütevazisiyle Bıyık'ı buldum. Tebrik ettikten sonra dertleştik biraz. Önceki başkan Şükrü Karabacak bir an aklıma geldi. Makam odasının duvarlarında Karabacak'ı anımsatacak tek bir emare yoktu. Beyaz gömlekli Muzaffer Bıyık tüm samimiyeti ve içtenliğiyle konuşuyordu. Ama kesinlikle önceki dönemi karalayacak tek bir ifade kullanmıyor, o meşhur hikayede ki üç zarfı açmıyordu.
Dostane sohbetimizde benden bahsettik. Çaylarımızı içerken de gazetecilik dürtüsüyle , ''Durum nasıl başkan. Alışabildiniz mi, sıkıntı sorun var mı?'' diye sordum.
Bıyık, yine tüm samimiyetiyle görevi aldığı günden o güne kazanımlarını, projelerini anlattı. Yalın, sade, siyasetten uzak ve dobra haliyle. Bildiğimiz, tanıdığımız, o Muzaffer Bıyık olarak. Kibirsiz, makamsız, yalansız konuşuyordu.
''Mazbatanı aldığın gün, ilk gün ne yaptın, ne yaşadın?'' diye sordum.
Önce bir düşündü. Kastamonlulara has o bıyıksız gülüşüyle tebessüm ettikten sonra, ''O gece sabaha karşı cep telefonum çaldı. Saat 05.00 civarıydı. Uykulu muykulu açtım telefonu. Nenehatun Mahalle'mizden bir vatandaşımız arıyor. ''Alo'' dedim. ''Belediye Başkanıyla mı görüşüyorum.'' dedi. ''Evet, ben Başkan '' dedim. Saate bir daha baktım. Vatandaş isteği olduğunu, o yüzden aradığını söyledi. Tabii saat 05.00. ''Buyrun , nedir sorun?'' diye sordum. ''Başkanım, ben çöp arabalarından rahatsızım. Şu an çöpleri alıyorlar, arabalardan ses çıkıyor, konteymerleri boşaltırken ses çıkıyor. Bunu çözün lütnen.'' dedi. Sadece ''Tamam '' dedim.
Bıyık bunu anlatırken karşılıklı gülüştük. aslında o an iki şeyi anadım.
1- Muzaffer Bıyık'ın yükü ağır, işi zor, cep telefonu gece-gündüz açık. Olur olmaz herşeyle ilgilebilecek, vatandaşı kırmadan sorunları çözebilecek sabıra sahip.
2- Darıca'yı ve Darıcalıları tanıyor. Fotoğrafa böyle baktığımızda ise işinin aslında çok kolay olduğunu söylemek gerek. Ve çok kararlı biri.
Dilovası ve Çayırova Belediye Başkanlarını sonraki günlere bırakarak, Gebze Belediye Başkanlığını kazanan Zinnur Büyükgöz'e de nezaket ve 'hayırlı olsun' ziyareti yapmak için Büyükgöz'ü cep telefonundan aradım bir akşam vakti.
Gebze Belediyesi ile evimin arası takriben 300 metre. Başkan Büyükgöz'le selamlaştıktan sonra, ''Yarın sabah makamdaysanız evden çıkınca size uğramak istiyorum. Saat 10 gibi gelmek isterim.'' dedim. Başkan , olanca nezaketi ve insani duygularıyla , '' Sabah proğram nedir şu an bilmiyorum. İsterseniz telefonlaşalım, beklerim. '' dedi.
Sabah evden çıkınca aradım, ulaşamayına özel kalem müdürü ki , tüm deneyim ve makam sorumluluğu bilincini telefonda yansıtan, kendisini hiç tanımadığım , tam bir devlet adamı olan Dursun Bey'e ulaştım. ''Ercan Bey, ziyaret talebinizden bilgim var , ancak sayın başkanımız kent meydanındaki proğramdalar. Ne zaman makama teşrif ederler bilemiyorum.'' şeklinde oldukça nazik bir açıklama yaptı.
Bir kaç gün sonra Başkan Büyükgöz'ü tekrar aradığımda ertesi gün için saat 14.00'a randevulaştık. O gün , randevu saatimden özellikle biraz geç gittim. ''Geleni gideni çoktur, fazla da beklemeyeyim '' diye Saat 14.40'da belediye girdim. Özel kalem karşılamasındaki Hilal Hanım, ''Ercan Bey, Başkanımız az önce GTO proğramına katılmak için ayrıldılar. Niçin geç geldiniz.?'' diyerek dumu izah etti. İkram ettikleri çayı içtikten sonra oradan ayrıldım, basın bürosunu ziyaret ettim. Basın Yayın Müdürü Ulaş Bey'le de iki yıldır görüşmüyorduk. O'nunda ikram ettiği çayını içerken basınımızı konuştuk. Gölge Dergi ve Gölge Gazetesi'ni yeniden aktif yayına başlayacağımızı anlattım.
Velhasıl , aradan dört gün geçmişti ki, Büyükgöz'e bir kez daha telefon açtım. Nihayet randevu günümüzde, tam saatinde makamdaydım. Görüşmemiz topu topu 9 dakika sürdü. Fazla zamanını almak istemedim. Sadece ve sadece nezaket ziyareti, hayırlı olsun temennisiydi benimkisi. O dokuz dakika içinde ; Gölge Medya'nın yayına başlayacağını , hayırlı olsuna geldiğimi , daha görüşecek çok günlerimiz olduğunu , kabulunden dolayı da teşekkür edip, başarılar dileklerimi ifade ettim.
Başkan'da , Gebze Basını'nda her mevkuteye eşit ve aynı mesafede ddurduklarını, imtiyaz ve töleransa kapalı olduklarını söyledi. Vermek istediği mesaj da çok netti. Günün anısına da, bozuk cep telefonumla öz çekim yaptım ve çay dahi içmeden çıktım. O meşhur fotoğraflar da öyle çekildi.
Demek istediğim, bende kalan intiba şu; Gerek Büyükgöz, gerekse Bıyık , çok emin adımlarla giderken, ne denli zorlu bir sürece başladıklarının farkındalar. Her ikisinden de bölge halkı durmaksızın hizmet bekliyor. Her ikisi de bedenlerini taşın altına koymuşlar koymasına da , uzun uzadıya giden borç yükleri de sırtlarına binmiş durumda. Çıktıkları o çakıllı ve dikenli yolda ayaklarını kanatmadan yürümekte, çalılar arasında kaybolmakta, sergileyecekleri hizmetlerde kendi ellerinde. Ya tarihe mal olacaklar, ya da siyasi tarihin tozlu raflarında yerlerini alacaklar.
Allah yardımcıları olsun.