Radyo, hasta yatağımda acı, anamın gözünden akan yaşlar. Geriye kalanlar sadece…
Kaybedince anlatmaktan nefret ederim. Hayatımda kaybettiğim çok şey oldu ama kıymetini anladığım çok az şey. Anam galiba en önemlisidir. Kötü bir çocukluk geçirdim ben anam hep yanımdaydı. Acılı ameliyatlarla dolu bir çocukluk. Sonra gençlik dönemim, anarşi ve ihtilalin karanlık puslu havasında yaşandı. Anam yine yanımdaydı. Okul yilları, gurbet anamın heyecan ile beni beklediği yıllar. Bekledi, özledi, ağladı beni sevmekten hiç vazgeçmedi. Evlendim kardeşimde evlendi. Tam rahatladı anam, sonra o kötü hastalık hızlıca kayıp gitti ellerimizden. Yıllar geçti ama eksikliği hiç azalmadı. Yıllardır yazarım. Her analar gününde anam için yazmak için otururum masaya. Bir süre sonra ağlayarak kalkarım. Anamı onun beni saran kokusunu anlatacak kelime yaratamadığım için belki de. Yazdıklarımı kontrol ettim bugün. İçinde anam olan birkaç bölümü birleştirdim. Onu büyük bir özlem’le anıyorum ve tüm annelerin anneler gününü kutluyorum.
BİR:
Yıllarım çocuk felci hastalığı ile uğraşarak geçmişti. Erzurumda ateşler içinde yatarken koğuşun önünden geçen bir çocuk uzmanı kendi çocuğunda da olan bu hastalığın tanısını koyunca aslında ailenin ortasına ateş düşmüş annem öyle anlatırdı. Sonra ameliyatlar. Her okul tatilinde her yaz başında babam tutar elimden bineriz Magirus otobüslere babamın çalıştığı kasabalardan Ankara’ya geliriz. Babam soğuk çivit kokulu orduevinde oda tutar, sabah hastane uzun muayene sıraları öğle ankara gazozu sucuklu tost. Sonra ameliyat için yatış. Koğuşlar vardı ortopedi kliniğinde. Askerler, yeni mesleğe başlamış astsubaylar, birde çocuklar aynı koğuşlarda. Her hasta yatağının yanında sert bir sandalye duvarlarda küçük transistörlü bir radyo. Radyoda sık sık Emel Sayın’dan “kıskanmakta haksız mıyım gülizar.” Askerler sarı kağıtlara sevgilileri için geceleri ağlayarak mektup yazar, ziyarete gelen kardeşlerinin eline tutuştururlardı. Sabah tüm doktorlar hastaları gezer öğleye doğru panoya ameliyat listesi asılırdı. Heyecanla ve korku ile beklerdim. Listede ismim ve ameliyat ekibi ve saat. O gece uyuyamazdım. Annem önce uzun uzun kuran okur sonra uzun uzun ağlardı. Radyoda nihavent faslı. Arada bir ajans anarşik eylemleri nedeniyle tutuklananlar anlatılırdı. Zor yıllardı sık sık ameliyat olmam gerektiği için babam ankaraya tayin oldu ve benim ameliyat olduğum hastanede çalışmaya başladı.İlk kez işte tayin için Ankaraya geldiğimde gördüğüm televizyonu bu tayin sırasında verilen yolluk ile almıştık. Unutmuyorum “National” markaydı kocaman bir anteni vardı balkona asılan. Her gün 4 saat yayın olurdu istiklal marşı ile açılıp kapanan. Yüzü gülmeyen ciddi sunucular haberleri sunardı. 1974 yazıydı sabah annem gürültü ile uyandırdı. Televizyonu açtı. Bülent Ecevit dudağının kenarı ve gözü seğirerek Kıbrıs’a çıkışımızı anlatıyordu. Ne garip ben o gün ameliyat için hastaneye yatacaktım. Mehter marşları Hasan Mutlucan’dan kahramanlık türküleri. Annem ağlamaya başladı. “Yavrularım kınalı kuzularım Allah korusun sizi” diyordu. İşte o gün televizyon yayınlarının süresi uzadı. Cepheden haberler geliyor tozlu ve güneşli savaş alanlarından yayınlar yapılıyor ele geçirilen köyler ve kasabalar sıralanıyordu. Bir gün öğleden sonra ağıtlar işittim televizyonda toplu mezarlar vardı kadınlar ve yaşlı dedeler hıçkıra hıçkıra ailelerinin nasıl şehit edildiğini anlatıyordu. Allahım ne büyük bir acı vardı yüzlerinde. O gün anlamıştım savaş çok kötü bir şey. Babam o günlerde hep hastanedeydi bizi hastaneye çağırdılar tüm çocuklara birer aluminyum testi verdiler, koridorlar bile yaralı askerler ile doluydu. Bir damla su verince ağızlarına gözlerimize bakıp huzurla ayrılıyorlardı aramızdan bir kez daha anlamıştım savaş çok kötü bir şey. Sonra hemen hemen her yıl bir ameliyat ortaokul bitiminde son ameliyatı olmuştum. O yaz babam emekli olup izmire yerleşmiştik.
İKİ:
İzmir de yağmur durdu mu hele birde ışık vurdu mu inanılmaz bir umut dağılır sokağa. Aldanırsınız sanki yaz gelmiş gibi çıktığınızda sokağa sizi kesen bir soğuk vurur yüzünüze. Bir pazar öğle saatleriydi yağmur durmuş dışarıda çılgın bir güneş vardı. Evimin önündeki okulun bahçesinde top oynayan çocukları camdan seyrettim bir süre içimde engellenemez bir heyecanla ayakkabılarımı geçirdim ayağıma koşar adımlarla aşağıya indim. Bir iki arkadaşla selamlaştık annem balkondan seslendi ekmek almamı istedi. Bozuldum ama sesimi çıkarmadım. Şimdi annemi kaybettikten sonra düşünüyorum da ne garip keşke annem yaşıyor olsa ve benden hep ekmek istese. Gençlik yıllarımın hep bana karşı çıkan sözcüsüydü anam. Sabah okula giderken, akşam sokağa çıkarken, bitmek tükenmek bilmez öğütlerle gönderirdi beni. Okuduğum kitaptan çıktığım kıza kadar her şeye laf söylerdi. Oysa o kendi görevini yapıyordu ama benim onu anlayabilmem ne yazık ki onu kendi ellerimle mezara indirdiğim gün mümkün oldu. Ne garip yağmurlu bir gün öldü ve mezarını ıslatan yağmur ile yıkandı. Artık anam yok ve biliyor musunuz onu çok özlüyorum.
ÜÇ:
Annem hayattayken o yıllarda hafta sonları bizim evimizde sabah kahvaltıları dışarıda yapılırdı. Babamın 1974 model murat124 arabasına iner ön kaputu açar yağını suyunu kontrol eder bir süre çalıştırır ve bizi beklerdi. Yakınlarda ağaçlık bir yerlere giderdik. Annem her ayrıntısına kadar düşünülmüş bir sofra hazırlar babam sucuklu yumurta yapar, akşam hava kararana kadar kalır dönerdik. İkindi saatleri babam “işte vakti keraat”der rakısından bir duble içer, yemekler yenirdi. Annem çayını içerken “-Adnan ne güzel buralar nasıl olsa alamayız ama eğer ölürsem isterim ki burada yatayım” derdi. Babam “-hanım saçmalama kendine gel” derdi. Garip ama annem o çok beğendiği alana yapılmış bir mezarlıkta yatıyor şimdi umarım hoşnuttur yerinden.